Hakkımda

Fotoğrafım
Kendinden kendini dileyemeyecek kadar kendinden geçmiş biri.. Herhangi biri.. ya hepsi ya da hiçbiri..

27 Şubat 2011 Pazar

keder beni terk et! git yüreğimden!

Şu anda Demir Grand Hotel'deyim. Babam Trabzon'da ve yorgun düştüğü için uyuyor. Ben 'Disko Kralı'nı izliyorum. Ogün Sanlısoy'un şarkısından esinlenerek attım başlığımı. ( Ogün benden telif istemezsin, umarım. :))
Güldüğüme bakmayın benim. Hüzün beni terk etmiyor. Mutluluğun cebinden çıkabiliyor bazen hüzün. Mutluluk montunu giyersiniz ve o anda sadece bir gülümseyiş alır götürür sizi, ama bilmezsiniz cebindeki hüznün sizi oracığa gömeceğini.
Benim "pozitif" diye adlandırılan düşünceyle tanışmam zoraki olmuştu. Küçüktüm ve şikayet edebileceğim çok fazla şey vardı. Yokluğunu çekmek istediğim tek şey yoklukken onca yokluktan oluşan bir sofra sunuldu önüme. İşte ben o yoklukta onların bir tabak içinde sunulduğuna ve birer birer önüme konduğuna hatta "Üzgünüm. Bu yanlış gelmiş." tarzı durumlarla yetinerek mutlu olabilmeyi öğrendim. Çünkü o çocukluğumda özenebileceğim çok şey varken benim özendiğim dolu dolu gülebilmekti, ama aynalar ruhunun yaşını yüzüne vururken bunu yapmak -kabul etmeliyim ki- en zoruydu. Çocuktum ama ruhum yaralar almıştı ve hatta almaya devam ediyordu. Hayal kırıklıkları ve gözyaşıyla dolu yastığıma koysam da başımı geceleri hep taze bir umutla uyanıyordum. Kendimi oyalıyor ve düşünmemek için düşünüyordum. Kavuşmalarımı erteler oldum kırık dolu yastığımla. Ananem hep "Kırıkların üzerinde uyuma kızım! Korkuturlar." derdi. Korkuttular annaneciğim. Uykumu çalıp kaçanlar geri getirmediler. Uykumu alan şey zamanla beni de benden almaya çalıştı ama ben annemin elini sıkı sıkı tutuyordum. "Eşiğe oturma!" da derdin. Kapı önüne konmuş duygularım da sayılıyor mu? Sence seninle onca benzerliğimizden sonra senin kadar sevilmeyi de ummalı mıyım? Sevilmek ne hoştur, kimbilir..
Bir de..
Benim çok kez "her şey"im oldu. Şükürler olsun! Sence bir yılımı sevilmeyi dilemekte kullansam onca dikili muma haksızlık olur mu? Seni dinlemeyi özledim. Benimle yeniden konuşsan olmaz mı? Yeniden gelsen.. Ağrıyan dizlerin benim sığınağımdı, bilirsin.. Şimdi benimkiler ağrıyor ananem.. Seni özleyen ANNEM sığınsın istiyorum ama o çok güçlü.. O ne güçlü.. Sığınmayı düşünmeyecek kadar fedakar..
Onca şey olup bitiyor hayatımda. Bana sunulanlar için minnetarım. Bu cümleyi "ama"larla kirletmeyecek kadar hem de.. AMA bu gece tüm sığınaklarımı bir masala gizlemek istiyorum. Cephelerimi yıkıyorum. Savaş meydanının ortasında oturup ağlayacak kadar da küçüleceğim, evet! Benle bu kez gurur duymayacağınızı biliyorum, CANIM AİLEM. Bu kez "en büyük kötülüğü kendine yapıyorsun" sözlerini kalbimden ortaya saçarak EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ KENDİME YAPMAK istiyorum..
Kalbim çekti isyan bayrağını. Kalbimin ağrısına neden yorgunluğumu gösteriyorum ve "nasıl oldun" sorularına "dinlendim,geçti" diyorum.. Evet! Gülümsemeyi unutmuyorum. Benim nasıl olduğumu merak eden insanların üzülmesini istemiyorum. "Nasılsın" sorusuna en saçma cevap değil midir, "iyidir" demek. İçten gelmeyen bir "iyidir" olduğunu anlayamıyor musunuz? İYİ DEĞİL! Yorgun yüzünden okunmuyor mu? Neden bağıra bağıra ağlamak böylesine yasak geliyor bana? Yetirince dokunurken her şey niçin beni görmezden gelmek yerine görmeye geliyorlar, anlam veremiyorum. Bana gülenlere "Bana değil, benimle gülün" demek isterken bir zamanlar "benimle ağlayın" demek ister olmuşken, birdenbire "beni görmeyin" demek istiyorum. Mutluluk dileyemeyecek kadar kötüyüm, belki.. ama.. belki.. huzur dileyebilecek kadar hakkım vardır, ne dersiniz? Yaşamayı bu kadar sever ve onu bu kadar isterken yaşamama izin verecek misiniz? Hep "Güneş neden bana geliyor?" diye soruyordum ya.. Anladım sanırım. Belki de ışık beni çağırıyordur, ne dersiniz?
Bunu bilmemene şükürler olsun, annem. Her şeye rağmen beni sevenler, iyi ki varsınız.. Sizle yetinemediğim için affedin.. Üzgünüm..

24 Şubat 2011 Perşembe

çok şey beklenmiyor..

Büyük umutların olduğu düşüncesi korkutmasın sizi. Kimilerinin büyük umutları küçücük gelebilir size. Emin olun ve hiç şüphe etmeyin ki büyük şeyler beklenmiyor sizden. Evet. Gerçekten de küçük şeylerden büyük mutluluklar doğuyor. Bugün beni çok duygulandıran yaşadığım o olayı anlatınca eminim ki bana hak vereceksiniz. İşte o hikaye:

Sibel ile yurttan çıkmış, okula mı, kütüphaneye mi, diye tartışıyorduk. Sonra kütüphaneye gitme konusunda anlaştık ve yolumuza devam ettik. Ben son günlerde kampüste çoğalan köpeklere şaşarak onların bezmiş ama yine de hala sevimli olan hallerine kendimi kaptırarak yürüyordum. Sonra iki genç kızın arasından geçip öne çıkan siyah bir köpek gördüm. Ne kadar asil ve tatlı olduğunu söylüyordum ki dili dışarda arayış içerisinde olduğunu fark ettim. Evet. Susamıştı. Ne yapabilirim, diye düşünürken çantamdan su şişemi çıkardım ve kapağına su doldurup o güzelliği çağırmaya başladım ama tahmin edersiniz ki korkuyordu. Susuzdu ama korkuyordu. Bir yanı delice su istiyordu ama diğer yanı kesinlikle İNSAN(!)lardan korkuyordu. Kimbilir neler görmüş, geçirmişti. Sonra aralarından geçtiği kızlardan biri bana yardımda bulundu. Güzellik geldi ama suyu o küçük kapakta içemiyordu. Arayışa başladım ve derken.. Sibel beklemediğim bir şekilde en sevdiği kalem kutusunu hiç düşünmeden çıkarıp içindekileri çantasına boşaltarak bana uzattı. Gözlerim doldu. Binlerce teşekkür ederek aldım kalem kutuyu. İçince su doldurduk ve korka korka içmeye başladı güzel kuzum. O içtikçe biz su koymaya devam ediyorduk. Sibel su koyma işini devraldı. Ben de su akıp gitmesin diye kalem kutuyu tutuyordum. İki şişe suyu içtikten sonra susuzluğunu giderdiğini düşündüğüm kuzum yeniden yanıma yanaştı. Evet. Aç olduğunu düşündüm. Ama o kafasını elime sürtmeye başladı. İstediği, aklına gelen yiyecek değil, SEVGİydi. Bu kez delice istediği yalnızca sevilmekti. Güzelce sevdik birbirimizi. Ondan kopmam kolay olmadı. Onun için de öyle. Gözündeki çapağı temizlemeye çalıştım. Biraz oynadıktan sonra dağıldık. O daha fazla bir şey bekleyemiyordu. Sevilmişti ve mutluydu. O da beni seviyordu.

21 Şubat 2011 Pazartesi

ANNEM..

" .. şarkılar seni söyler, dillerde name adın.. " diye başlayıp ".. aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın.." diye devam eden o müthiş şarkı ve beni bağıra bağıra ağlatabilecek o ince sızı..

Ne çok özlemişim ben ANNE'mi, ama herkesin acımasız olduğu bir dünyada onun fedakarlığı kucaklarken beni nasıl özlemiyim ki? "ANNE", "HASRET" şarkıları varken neden dinleyeyim ki aşk şarkılarını? Bazen diyorum ne boş şeymiş şu AŞK, ama yok! Bir tutundun mu ona da ANNEn oluyor, BABAn oluyor, KARDEŞlerin oluyor. Ama o AŞK seni yine ANNEn kadar sevmiyor.
Dün gece oturmuş Candan Erçetin'in  "ANNEM" şarkısını dinlerken içimi acıtanın ne olduğunu anladım.
" hani eski zaman masalları anlatır,
  hüznümü huzura dolarsın.
  kaşım, gözümden çok içim bir parçan.
  ANNEM sen benim yanıma kalansın.
  hani bir biblon vardı kırdığım.
  üstüne ne kırgınlıklar yaşadın,
  ama bil ki ben de parçalandım.
  ANNEM ben yanına kalanım."

Neden kimse O'nun gibi olamıyor ki? Neden öyle sevemiyorlar ki? O daha beni tanımadan sevmişti. En şımarık hallerimi, en yaramaz hallerimi gördü, ama yine benden vazgeçmedi. Biliyorum, "O, anne. O sever." diyeceksiniz. Niye sevmek için anne olmayı bekler ki bir kadın? Neden herkesi evladıymış gibi sevemez ki?
Bugün düşündüm. Bir yanda bizi mutlu etmek için iki işte çalışıp üstelik bu yüzden hasta olmasına rağmen yılmayıp devam edip iyiymiş gibi davranan ANNEM ve diğer yanda benim her hareketime gülen bir grup "insan (!)".. Anlayamıyorum. Her iki durumda da ben benim. Ama o "ANNE"!
 Halbuki sadece İNSAN olsak.. Kör olsak bazı durumlarda. Yetmez mi? Dört duyumuz daha yok mu? Neden sadece duyamıyor, dokunamıyor, koklayamıyor veya tadamıyoruz. Varsın görmeyelim birbirimizi, acıta acıta gülmeyelim en gerçek yanlarımıza. Kör olalım birbirimize. Yok. Yok. Biz birbirimize ANNE olalım..