Hakkımda

Fotoğrafım
Kendinden kendini dileyemeyecek kadar kendinden geçmiş biri.. Herhangi biri.. ya hepsi ya da hiçbiri..

27 Nisan 2011 Çarşamba

Sevgili Honeybird..

Bu sıralar yapmaktan en çok zevk aldığım şey, ders aralarında kuşlara ekmek atmak. Bu işi daha da güzel yapan şey de sevdiğiniz bir insanla yapmak oluyor. Ece'mle ders aralarında onun evden getirdiği bir poşet ekmeği ( tabii ki ufalanmış ekmek. yoksa nasıl yerler?) bahçede kuşların olduğu bölgelere serpiyoruz. İstisnasız her gün şu diyalog yaşanıyor aramızda:
Ben poşeti görünce heyecanlanıyorum ve:
- Emek mi atacağız kuşlara? Yaşasıııııınnnnnnn!!!
Ece'm:
- Eveeeet Canımmm:)
Tamam diyalog kısa ama her gün yaşanıyor sonuçta canım:)
Neyse bugün dünkü feci kazadan sonra soluğu Farabi'de aldık Gözde'mle. Teşekkürü bir borç bilmiyor, direkt ediyorum. Hastaneden sonra hazırlanıp okula gittik. Ece'min elinde poşet gördüm ve yine aynı diyalog diyeceğimi sanmayın farklıydı bu kez. :)
- Aaa! Poşet! Ekmek mi atacağız kuşlara?
- Evet, Canım  ama şimdi değil.
Resmen üzülüyorum. Sabırsız bir çocuk edasıyla:
- Ne zaman?
- Dersten çıkınca, ama bu sefer başka yerdeki kuşları besleyeceğiz.
Seviniyorum  bu kez:
- Süper o zaman. ( ya da buna benzer bir şey söyledim. Hatırlamıyorum. :)
Derste Ece biraz gecikeceğini haber vermek için Sevim teyzeyi arıyor:
_ Anneciğim, Fazla kontrüm yok. O yüzden hemen söyleyeyim. Ben biraz gecikeceğim.
(Muhtemelen Sevim teyze nedenini soruyor.)
- Nurçin bir kaza geçirmiş de.
Sevim teyzenin "Nee!" demesi kulağıma geliyor ve gülmeye başlıyorum. İnsan böyle bir şey duyduktan sonra o konuşmayı nasıl uzatmasın ki? :)
Ece de gülerek:
- Yani annem, önemli bir şey yok.
O anda bu durum nasıl açıklanır ki? Koca bir sınıftasın ve "Nurçin kıçının üstüne düşmüş." nasıl diyebillirsin ki?
Ece devam ediyor.
_Yarım saat sonraki otobüse bineceğim, bir tanem.
Ve onay alınınca telefon kapanır...
Gülmekten yarılıyoruz. :)
Neyse dersten sonra yavaş yavaş (yavaş yavaş çünkü kalçam hala ağrıyor. ) yemekhaneye doğru yürümeye başladık. Orada halı sahanın önündeki banklara oturup kuşlara ekmek atmaya başladık. Bir anda ikimizden aynı anda şu çıktı:
- Hani birdsler...
Muhtemelen devamı gelecekti ama şaşkınlık ve gelen gülme krizinden dolayı devamını getiremedik. Aynı şarkıyı söylemek neyse de onun bir bölümünü ingilizce söylemek ve aynı hatayı yapmak aynı yerinde... Bazen kendimle takılıyor gibi oluyorum. :)
Seni Seviyorum Binbir İsimli'm :)
P.S. ( pi: es) I Love You:)

26 Nisan 2011 Salı

Bazen kazanmak istediğiniz şey, size ne kadar da yasak gelir... Siz bütün yüreğinizle kazanmayı arzularken aklınız önünüze duvarlar örer. Siz o anda ufacık bir çocuksunuzdur. Aşamazsınız hiçbir duvarı. Belki sevmek için de ebeveynlerinize ihtiyacınız vardır -ki muhtemelen onlar da sevmemeniz gerektiğini söyleyeceklerdir-.Neyse boş verin! Zaten oldukça saçmaydı.

27 Şubat 2011 Pazar

keder beni terk et! git yüreğimden!

Şu anda Demir Grand Hotel'deyim. Babam Trabzon'da ve yorgun düştüğü için uyuyor. Ben 'Disko Kralı'nı izliyorum. Ogün Sanlısoy'un şarkısından esinlenerek attım başlığımı. ( Ogün benden telif istemezsin, umarım. :))
Güldüğüme bakmayın benim. Hüzün beni terk etmiyor. Mutluluğun cebinden çıkabiliyor bazen hüzün. Mutluluk montunu giyersiniz ve o anda sadece bir gülümseyiş alır götürür sizi, ama bilmezsiniz cebindeki hüznün sizi oracığa gömeceğini.
Benim "pozitif" diye adlandırılan düşünceyle tanışmam zoraki olmuştu. Küçüktüm ve şikayet edebileceğim çok fazla şey vardı. Yokluğunu çekmek istediğim tek şey yoklukken onca yokluktan oluşan bir sofra sunuldu önüme. İşte ben o yoklukta onların bir tabak içinde sunulduğuna ve birer birer önüme konduğuna hatta "Üzgünüm. Bu yanlış gelmiş." tarzı durumlarla yetinerek mutlu olabilmeyi öğrendim. Çünkü o çocukluğumda özenebileceğim çok şey varken benim özendiğim dolu dolu gülebilmekti, ama aynalar ruhunun yaşını yüzüne vururken bunu yapmak -kabul etmeliyim ki- en zoruydu. Çocuktum ama ruhum yaralar almıştı ve hatta almaya devam ediyordu. Hayal kırıklıkları ve gözyaşıyla dolu yastığıma koysam da başımı geceleri hep taze bir umutla uyanıyordum. Kendimi oyalıyor ve düşünmemek için düşünüyordum. Kavuşmalarımı erteler oldum kırık dolu yastığımla. Ananem hep "Kırıkların üzerinde uyuma kızım! Korkuturlar." derdi. Korkuttular annaneciğim. Uykumu çalıp kaçanlar geri getirmediler. Uykumu alan şey zamanla beni de benden almaya çalıştı ama ben annemin elini sıkı sıkı tutuyordum. "Eşiğe oturma!" da derdin. Kapı önüne konmuş duygularım da sayılıyor mu? Sence seninle onca benzerliğimizden sonra senin kadar sevilmeyi de ummalı mıyım? Sevilmek ne hoştur, kimbilir..
Bir de..
Benim çok kez "her şey"im oldu. Şükürler olsun! Sence bir yılımı sevilmeyi dilemekte kullansam onca dikili muma haksızlık olur mu? Seni dinlemeyi özledim. Benimle yeniden konuşsan olmaz mı? Yeniden gelsen.. Ağrıyan dizlerin benim sığınağımdı, bilirsin.. Şimdi benimkiler ağrıyor ananem.. Seni özleyen ANNEM sığınsın istiyorum ama o çok güçlü.. O ne güçlü.. Sığınmayı düşünmeyecek kadar fedakar..
Onca şey olup bitiyor hayatımda. Bana sunulanlar için minnetarım. Bu cümleyi "ama"larla kirletmeyecek kadar hem de.. AMA bu gece tüm sığınaklarımı bir masala gizlemek istiyorum. Cephelerimi yıkıyorum. Savaş meydanının ortasında oturup ağlayacak kadar da küçüleceğim, evet! Benle bu kez gurur duymayacağınızı biliyorum, CANIM AİLEM. Bu kez "en büyük kötülüğü kendine yapıyorsun" sözlerini kalbimden ortaya saçarak EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ KENDİME YAPMAK istiyorum..
Kalbim çekti isyan bayrağını. Kalbimin ağrısına neden yorgunluğumu gösteriyorum ve "nasıl oldun" sorularına "dinlendim,geçti" diyorum.. Evet! Gülümsemeyi unutmuyorum. Benim nasıl olduğumu merak eden insanların üzülmesini istemiyorum. "Nasılsın" sorusuna en saçma cevap değil midir, "iyidir" demek. İçten gelmeyen bir "iyidir" olduğunu anlayamıyor musunuz? İYİ DEĞİL! Yorgun yüzünden okunmuyor mu? Neden bağıra bağıra ağlamak böylesine yasak geliyor bana? Yetirince dokunurken her şey niçin beni görmezden gelmek yerine görmeye geliyorlar, anlam veremiyorum. Bana gülenlere "Bana değil, benimle gülün" demek isterken bir zamanlar "benimle ağlayın" demek ister olmuşken, birdenbire "beni görmeyin" demek istiyorum. Mutluluk dileyemeyecek kadar kötüyüm, belki.. ama.. belki.. huzur dileyebilecek kadar hakkım vardır, ne dersiniz? Yaşamayı bu kadar sever ve onu bu kadar isterken yaşamama izin verecek misiniz? Hep "Güneş neden bana geliyor?" diye soruyordum ya.. Anladım sanırım. Belki de ışık beni çağırıyordur, ne dersiniz?
Bunu bilmemene şükürler olsun, annem. Her şeye rağmen beni sevenler, iyi ki varsınız.. Sizle yetinemediğim için affedin.. Üzgünüm..

24 Şubat 2011 Perşembe

çok şey beklenmiyor..

Büyük umutların olduğu düşüncesi korkutmasın sizi. Kimilerinin büyük umutları küçücük gelebilir size. Emin olun ve hiç şüphe etmeyin ki büyük şeyler beklenmiyor sizden. Evet. Gerçekten de küçük şeylerden büyük mutluluklar doğuyor. Bugün beni çok duygulandıran yaşadığım o olayı anlatınca eminim ki bana hak vereceksiniz. İşte o hikaye:

Sibel ile yurttan çıkmış, okula mı, kütüphaneye mi, diye tartışıyorduk. Sonra kütüphaneye gitme konusunda anlaştık ve yolumuza devam ettik. Ben son günlerde kampüste çoğalan köpeklere şaşarak onların bezmiş ama yine de hala sevimli olan hallerine kendimi kaptırarak yürüyordum. Sonra iki genç kızın arasından geçip öne çıkan siyah bir köpek gördüm. Ne kadar asil ve tatlı olduğunu söylüyordum ki dili dışarda arayış içerisinde olduğunu fark ettim. Evet. Susamıştı. Ne yapabilirim, diye düşünürken çantamdan su şişemi çıkardım ve kapağına su doldurup o güzelliği çağırmaya başladım ama tahmin edersiniz ki korkuyordu. Susuzdu ama korkuyordu. Bir yanı delice su istiyordu ama diğer yanı kesinlikle İNSAN(!)lardan korkuyordu. Kimbilir neler görmüş, geçirmişti. Sonra aralarından geçtiği kızlardan biri bana yardımda bulundu. Güzellik geldi ama suyu o küçük kapakta içemiyordu. Arayışa başladım ve derken.. Sibel beklemediğim bir şekilde en sevdiği kalem kutusunu hiç düşünmeden çıkarıp içindekileri çantasına boşaltarak bana uzattı. Gözlerim doldu. Binlerce teşekkür ederek aldım kalem kutuyu. İçince su doldurduk ve korka korka içmeye başladı güzel kuzum. O içtikçe biz su koymaya devam ediyorduk. Sibel su koyma işini devraldı. Ben de su akıp gitmesin diye kalem kutuyu tutuyordum. İki şişe suyu içtikten sonra susuzluğunu giderdiğini düşündüğüm kuzum yeniden yanıma yanaştı. Evet. Aç olduğunu düşündüm. Ama o kafasını elime sürtmeye başladı. İstediği, aklına gelen yiyecek değil, SEVGİydi. Bu kez delice istediği yalnızca sevilmekti. Güzelce sevdik birbirimizi. Ondan kopmam kolay olmadı. Onun için de öyle. Gözündeki çapağı temizlemeye çalıştım. Biraz oynadıktan sonra dağıldık. O daha fazla bir şey bekleyemiyordu. Sevilmişti ve mutluydu. O da beni seviyordu.

21 Şubat 2011 Pazartesi

ANNEM..

" .. şarkılar seni söyler, dillerde name adın.. " diye başlayıp ".. aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın.." diye devam eden o müthiş şarkı ve beni bağıra bağıra ağlatabilecek o ince sızı..

Ne çok özlemişim ben ANNE'mi, ama herkesin acımasız olduğu bir dünyada onun fedakarlığı kucaklarken beni nasıl özlemiyim ki? "ANNE", "HASRET" şarkıları varken neden dinleyeyim ki aşk şarkılarını? Bazen diyorum ne boş şeymiş şu AŞK, ama yok! Bir tutundun mu ona da ANNEn oluyor, BABAn oluyor, KARDEŞlerin oluyor. Ama o AŞK seni yine ANNEn kadar sevmiyor.
Dün gece oturmuş Candan Erçetin'in  "ANNEM" şarkısını dinlerken içimi acıtanın ne olduğunu anladım.
" hani eski zaman masalları anlatır,
  hüznümü huzura dolarsın.
  kaşım, gözümden çok içim bir parçan.
  ANNEM sen benim yanıma kalansın.
  hani bir biblon vardı kırdığım.
  üstüne ne kırgınlıklar yaşadın,
  ama bil ki ben de parçalandım.
  ANNEM ben yanına kalanım."

Neden kimse O'nun gibi olamıyor ki? Neden öyle sevemiyorlar ki? O daha beni tanımadan sevmişti. En şımarık hallerimi, en yaramaz hallerimi gördü, ama yine benden vazgeçmedi. Biliyorum, "O, anne. O sever." diyeceksiniz. Niye sevmek için anne olmayı bekler ki bir kadın? Neden herkesi evladıymış gibi sevemez ki?
Bugün düşündüm. Bir yanda bizi mutlu etmek için iki işte çalışıp üstelik bu yüzden hasta olmasına rağmen yılmayıp devam edip iyiymiş gibi davranan ANNEM ve diğer yanda benim her hareketime gülen bir grup "insan (!)".. Anlayamıyorum. Her iki durumda da ben benim. Ama o "ANNE"!
 Halbuki sadece İNSAN olsak.. Kör olsak bazı durumlarda. Yetmez mi? Dört duyumuz daha yok mu? Neden sadece duyamıyor, dokunamıyor, koklayamıyor veya tadamıyoruz. Varsın görmeyelim birbirimizi, acıta acıta gülmeyelim en gerçek yanlarımıza. Kör olalım birbirimize. Yok. Yok. Biz birbirimize ANNE olalım..

13 Ocak 2011 Perşembe

Fırtınalı bir günden sonra doğan Güneş’imize…



Varlığına yazılmış bir mektup olmasını dilerdim, seninkinin yanında ufacık kalan yüreğimle. Maalesef, gözleri kapatılmış, elleri bağlanmış bir ulusun evladı olarak yokluğuna yazıyorum mektubumu. Gözpınarlarımı akıttığım şu kâğıda; yüreğimi, aklımı, diktiğin binaları yıkanlara duyduğum kinimi dökeceğim az sonra.
Seninle olmak nasıldı, bilmiyorum; ama sensizlik çok zor. Çünkü sen yokken kendimi babasız hissediyorum. Sahipsiz bir evladın kanayan yüreğini tahmin edebilirsin. Hani şu, adı anıldıkça gözlerinde titrek bakışlar yaratan o duyguyu. Bir de çaresizlik var bedenimi kavuran. Çaresizliği bilebileceğini sanmıyorum; çünkü sen hiç çaresiz hissetmedin kendini, eminim. Ama ben, bileklerimi saran şu kördüğüm olmuş ipleri nasıl çözeceğimi bilmiyorum. Öyle sıkı bağlanmışlar ki yerimden bile kalkamıyorum. Bağırmama dahi izin verilmiyor. Haykıramıyorum kimseye gerçeği. Ata’m, sandığın kadar özgür değiliz, bıraktığın gibi rahat değiliz. Doğruyu söyleyince dokuz köyden kovulmayı göze aldık; ama onlar köyümüzde hapsediyorlar bizi. Güçlü sandığım aciz bedenim bir oyuna kurban gitti. Gerçeklerin üstüne örtülmüş örtüyü bir baba şefkati gibi kucakladı yüreğim. Sarıldığımın bir yılan olduğunu fark ettim sonra. Şimdi de kurtulamıyorum. Zehrini salıyor kanıma. İyi bir evlat olamadık sana. Türklüğümüzü savunduk; ama koruyamadık ülkemizi içimizdeki düşmanlardan. En ağır makyajları yapıyorlar gerçeklerin yüzüne. Gördüğümüz şeyin gerçek olduğuna inandırıyorlar. Masum yüreklerimizi kullanıyorlar.
Ne oldu senin zamanındaki bizlere, haksızlığı hazmedemeyen ülkemize? Ne oldu da boyun eğer olduk? Biz babamızdan da böyle görmedik hâlbuki. Babamız, tek başına imkânsızı başarmıştı. Babamız, tek başına herhangi biri olduğu sanıldığı zaman bile büyük olduğunu yüreklerimize kazımıştı. “ Herkes bunu yapabilir. “ dedirtmişti. Ben de sizim, demişti. Ama sen başkaymışsın Ata’m. Sen çok cesurmuşsun. Gittiğim her yerde seni görmem bundanmış. Gezdiğim her toprakta senin sözlerini duymam bundanmış. Sen, şu an bizim yapmayı bırak, düşünmekten bile korkar olduğumuz şeyi başarmışsın. Hakkımız için savaşmışsın. Bir asker gibi değil, bir Türk gibi savaşmışsın.
Adını duydukça içim burkuluyor. En değerli hazinemizin kara toprağı kucaklaması ağrıma gidiyor. Mucizeler yaratan o adam, ölüme boyun eğiyor. Bu isyan değil, Allah’ıma yakarış. Yalnızca, seni bize bağışlaması için dilediğim kocaman bir dilek. Öyle bir mucize dilerdim ki dizlerinin dibinde oturan bir çocuk olayım. Sen başımı okşa, ben mutlu olayım. Hiç görmediğim babamı anlatıyorlar bana; ama ben seni yaşayamadım ki! Yüzündeki tebessümü fotoğraflardan biliyorum yalnızca. Kararlı hallerini kitaplardan okudum. Sesini eski bir banttan dinledim sadece. Elini tutup parklarda da koşamadım. Ama ben seni çok sevdim Ata’m. Gördüğüm fotoğraftaki o gülüşünü, o asaletini, okuduğum kitaplardan öğrendiğim mucizelerini, dinlediğim banttaki o cesaret veren sesini, ben seni “ SEN ”  yapan her şeyi sevdim.
Sen, öyle bir doğmuşsun ki kalplerimiz o an atmaya başlamış. Sen, öyle bir doğmuşsun ki aydınlığın tüm karanlığı bastırmış. Korkar olmuşlar bakışından. Adını duydukça titremiş elleri, ayakları. Silemedikçe karalamaya çalışmışlar; ama sen, pabuç bırakmamışsın hiçbirine. Yokluğun bile baş edebiliyor onlarla.
Sen, her halinle başka bir mucize yaratan; sen, okuduğum duayı yalnızca benim duymamı sağlayan; sen, attığım her adımda Türklüğümle gurur duyduran; sen, sırf bayan olduğum için ezilmemem gerektiğini fark ettiren; sen, çalıştıkça yorulmayacağımı anlatan; sen, bu ülkeyi “ CUMHURİYET “ yapan; insan gibi yaşamamızı sağlayan “TEK ADAM”sın.

                                                                                                     Nurçin METİNGİL

02.54.. gecenin ilham dolu bakışlarında yazdığım minicik bir yazı.. :)

acemice yazılmış bir türkünün yıkık bir bölümünde aciz bir kelimesin şimdi. yanlış kullanılmış, anlamsızlaşmışsın.. ben ise sana rağmen o türkünün en güzel, en anlamlı kelimesiyim.. en güzel ses,benim notamdan çıkıyor.. en güzel şarkıları hep ben söylüyorum.. ben bir kelimeyken, pek çok kelime olabiliyorum.. sense cümle sonlarında buluyorsun kendini ücra köşelerin en adi kelimesi..!! ama yüklem değil, herhangi bir öğe olabiliyorsun o cümlede yalnızca.. yüklem olmana izin verilmiyor çünkü, hiçbir yerde.. zaten ne özne olmayı becerebiliyorsun ne de tümleç.. sen ayağına dolaşmış cümleleri çözmeye çalışırken, kapı önüne koyuyorlar seni.. ahh ne acımasızca.(!) AMA ben, sensizken eşsiz olan o türkünün en güzel dizesinden sana bakıp gülüyorum kovuluşuna.. kahkahalarım anlatıyor sana acıyışımı, duru anlatımı engelleyen o kahrolası besleme oluşuna..!!



Nurçin METİNGİL

not: artık isyan etmiyorum yaşadıklarıma. aksine kalemimi güçlendirdikleri için teşekkür ederimm.. :) bana ben lazımım! ben bende olmadıkça neye yarar başkasının bende olması..!!

23:14.. Azad ile konuşurken bir solukta yazdığım yazı..

ıssız toprakların hazin hüznünü yaşıyorum dökülenn sonbahar yaprakları gibi..en hafif rüzgardan bile etkileniyorum.. usulca kopuyorum ağacımdan .. sürükleniyorum bilmediğim ıssız bahçelere.. toprak kokusu var yağmur çisiltisine eşlik eden.. ve ben ıssızlıktan şikeyet etmemeyi öğrendim o vakitlerde bir insan sesiyle ürperirken.. toplanıp geri dönüşü olmayan yollara süreklenişini izlerken ben gibi görünnenlerin. her birinde aldım dersimi en acı tınısıyla.. şimdi düşünüyorum o kalabalığın içinde bir kuytu bulup nasıl saklanacağımı ??

03.30.. 27.11.09

yüreğin ve aklın çıkarsa da beni bedeninden, gelmemi istemiyorsa bir daha ve dostluğunu kaybetmişse adım, yine de ben seni sevmekten vazgeçmedim. aramıza sokmadım yabancı elleri.. hakkını sunmadım ziyafet sofralarında hakketmeyenlerin önlerine.. ben korudum, en suçlu halini iyi halden yırtabilesin diye..ama sen yüzünü karanlığa dönüp reddettin uzatılan o dalı. haklısın! dostluğunu hakketmeyen çirkin bir ördek yavrusuyum ben..!!

sana sığınmış bir ben olmaktan çok bensizliği avutmaya çalışan bir sen olarak yazacağım..

biliyorum..

hiçbir şey avutmayacak yokluğunu.. bir SEN daha bulamayacağım, eminim. artık sözler vermiyorum namusumu kirleterek. büyük konuşamıyorum utancımın masa örtüsünü sererek. zaten senden sonra büyük biri de olamadım hiç. SEN gibi olamadım. Savaşmaktan vazgeçtiğim gün kaybetmiştim seni. anlık korkularımın cezasını çekeceğimi bilememiştim. ben gelmek istesem, Sen GİT diyeceksin. ama gidemiyorum sevdiğim. gidemiyorum.. SEN kaldıkça bende, gidemiyorum.. içimin denizlerinde boğuluyorum aşkınla.. seni bırakışıma mühebbet verdi kalbim.. ömür boyu sensizliğe mahkumum. affet.. yok! diyemem ki.. ispatlayacak bir sevgim olmadığını düşünürken SEN, ben nasıl dileyebilirim hayatında yeniden var olmayı. sen benle ilgili her şeyde bir nihilizm tutturmuşsun, gidiyorsun. bakakalmalarımın çaresizliği yok başka bir bedende, eminim. yemin etmişsin gidişimin acısının öcünü almaya. sende tek bir ben kalmayana kadar devam edeceksin..

Nurçin METİNGİL

6 Ocak 2011 Perşembe

Dilimden düşmeyen "Eskiden her şey ne kadar güzeldi." cümlesi..

       Eskiden her şey ne kadar güzeldi. Ananemin hikayelerini dinlediğim, deli gibi futbol oynarken ve mahalle maçlarında "pas ver abi pas ver" sesleri içinde koşuştururken kir içinde kaldığım, elimde pamuk şekeri koşarken kaldırım taşına  "kafa attığım" ve yine de şekeri elimden bırakmadığım, birinci sınıfın ilk günü annemin aldığı 5 kitabı daha o gece bitirdiğim ve hatta okurken o koltuktan hiç kalkmadığım, ve daha nicesini yaşadığım o eskilerden bahsediyorum. Eski günlerden... 
      
      Arkadaşlıklar daha temizdi ya da ben daha saftım, bilemiyorum. ya da boşverin, biliyorum. Şimdi hepsinden geriye kalan tek değerli şey belki de anılarım ve kimse alınmasın ama aşkım. Düşünüyorum da 3 yaşında tanığım 5 yaşında kapıldığım ve 13 sene kalbimden süprülmeyen o aşk diğer sandığım tüm gelenlerden -ve gidenlerden- daha temizdi, eminim ve daha gerçek.. O'nun için bu, bir aşk değildi belki ama ben O'nu hep, derinden sevdim. Bana O'nu unutturduğunu düşündüğüm insanlar oldu. Ta ki bir fiyasko olduklarını anlayana kadar.. Bazen O'ndan vazgeçmek zorunda kaldığıma derinden üzülürüm. Derinden üzülürüm. Çünkü; başkasının benimle beraber daha fazla üzülmesini istemem. Bazen O'nun adı geçtikçe gözlerimi kaçırırım. Çığlık atıyorlarmış gibi kapatmaya çalışırım gözlerimi. Anlamadıklarını düşündüğüm zamanlarda bile anlarlardı, bilirim.
  
     İnsanların bu kadar çok ve çabuk değişebilmelerine şaşıyorum. Ben hala "BEN" ken onlar nasıl çok başka birileri oluyorlar, anlayamıyorum. Bana kalan ailem ve Cansu'dan sonra bu sene  insanların insafsızlığının arasında kuytuya saklanmış bana insanlığı hatırlatan masum bir kalp tanıdım. Gülmeyi unuttuğumu fark ettim sonra. Buraya geldim geleli, evet. Ben gülmeyi unuttum. Derken.. Tanıdıkça derinden o kalbi, bana ne kadar beni hatırlatıyor demeye başladığımı fark ettim. Sürekli onu tanımamın bir nedeni olmalı, diyordum. Bir neden olmalı. Vardı. Hem de insanın tüylerini ürpetecek kadar çok belirgin ve anlamlı bir mesajı taşıyan, bir düşüncemi kafamdan sonsuza dek kovan bir nedendi. Sıkı sıkıya tutunmaya karar verdiğim o kalp Ece'ydi. Ben benim gibi bir insan kaldı mı derken.. Allah'ım tıpkı ben gibi olan biriyle tanıştırdı beni. Her konuşmamızda "Ben de" diyoruz mutlaka. Hatta bir konuda fikrimi söylemek üzereyken Ece'nin kafamdaki cümlenin bir kelimesinin bile yeri değişmeden aynen o cümleyi kurduğunu fark ederim. Onu niçin tanıdığımı biliyorum. Kıymetini bileceğim. Yalnız değilim. Bana verdiğin o mesajla bunu daha iyi anladım. Allah'ım biliyorum bir elin de daima benim üzerimde...

          Şimdi ve Gelecek de güzel olacak, en az eskisi gibi biliyorum. Ben nerelerden nereye geldiğimi düşünüyorum şimdilerde. Artık dilimden düşmeyen bambaşka bir cümle var:

Allah'ım sana şükürler olsun...!




İyi ki varsınız..!